19 Mart 2010 Cuma

3 Hüzün 1 Gurur...

Uzun zamandır bazı sağlık sorunlarım sebebi ile blogla ilgilenemiyordum. Artık daha faal olacağım. Elimde bekleyen bir sürü iş var; bunların yanı sıra birkaç yarışmada da yer alacağım sanırım. Belki cebi delik şu öğrencilik hayatımızda bir yama olur da cebimiz biraz şenlenir. Üstelik ''Ne durumdayım?'' görme şansım da olur. Bundan sonra yapacaklarımı da buradan yayınlamaya devam edeceğim. ''Başıma ne gelirse gelsin kardeşim, ben meraklıyım!'' diyen arkadaşlar varsa meraklarını buradan girerebilirler... Blogdan uzak olduğum bu süre zarfı içinde, biri en büyük 'duayen'lerden olmak üzere iki karikatür dehasını kaybettik.
Biri soldaki resimde görünen ve Türk karikatürünün yaşayan en büyük ustası kabul edilen Turhan Selçuk...
Karikatürümüze yaptığı katkılar hiç şüphesiz asla unutulmayacak. Ancak bizde her iyi insanın uğradığı bir soykırım mevcut olduğu için, iyi insanların soyunu kırmak pek sorun olmuyor. Bu haberin sadece birkaç mecmua ve gazete köşesinde bir A4 kağıdının sekizde biri oranda yer alması çok büyük bir kara mizah unsuru... Turhan Selçuk herhalde buna gülüp geçmiştir; ama bu tutumun kurbanının sadece Turhan Selçuk olmaması gerçekten düşündürücü bir gerçek.
Karikatür dünyası daha bu kaybın acısını atlatamadan ikinci bir kayıp haberiyle sarsıldı. Türk karikatürünün büyük dehalarından Bülent Düzgit de hayata veda etti.
Çarşaf dergisinin unutulmaz çizerlerinden olan Bülent Düzgit, 63 yıllık yaşantısını çok sakin ve sadece çizgileriyle konuşarak yaşamıştı.
Naif mizahı seven ve bir kimseyi incitmekten çok korkan Düzgit, son zamanlarda sağlık sorunlarıyla boğuşuyordu.
O'nun haberini şimdiye kadar hiçbir gazetede, mecmuada ve haber bülteninde görmedik. Yayınlansa bile göreceğimizi sanmıyorum. Büyük boy çıplak manken fotoğraflarına yer sağlamak için sadece 4 satır ayırsalar herhalde çok büyük bir özveri olurdu.

Son olarak biraz kişisel olacak belki ama Penguen dergisi yazarlarından, photoshoplarıyla tanıdığımız Kaan Sezyum'un eşi hayata veda etti. Gerçekten berbat bir durum. Empati kurduğumda gerçekten çok büyük bir yıkıma uğrar ve hayata karşı tutumum değişirdi herhalde. Ancak Kaan Sezyum'un yazdığı bir yazı gerçekten çok büyük bir ders veriyor: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/14145700.asp . Yazıyı okuduktan sonra insanın kendini sorgulamaması mümkün değil. Ve diyebilirim ki o acıyı ben de hissettim.

Bu kötü olayların dışında iyi mi desem - kötü mü desem bilemediğim bir olay daha var ki en haklı gururumuzun kaynağı belki de: Çanakkale Zaferi!
Her sene tekdüzelik içinde kutlanması bir yana; hâlâ kemikleri toprağın üstünde, köpeklerin ağızdan ağıza dolaştırdıkları şehitlerin var olduğunu bilmek insanı kahrediyor. Bir zaferi kutlamaya çalışıyoruz, bir bilinci ayakta tutmaya çalışıyoruz. Nasıl ki Japonlar, çocuklarını ilkokuldan itibaren Hiroşima ve Nagazaki'ye götürüp beyinlerine ''İşte bu gücü aşmalıyız!'' düşüncesini aşılıyorlarsa; biz de bu düşünceyi ve bilinci ayakta tutmaya çalışıyoruz. Ancak Şehitler Anıtı'mızın, Anzak Anıtı'ndan bile sonra yapıldığını bilmek insanın ağzına yakıcı bir tat veriyor. Saygısızlık ve umursamazlık içerisinde geçiliyor Çanakkale, her sene ve her sene...
Ancak Çanakkale demek bile insanın yüreğinde bir gurur filizlendiriyor.
Atalarımın ruhları şad, mekanları cennet olsun... Saygıyla ve sevgiyle anıyoruz... Elimizden çok şey gelebilir ama her zaman olduğu gibi elimizden geldiğince...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder